Kendine Yolculuk Hikayesi Üzerine...
Felsefe; kokusu, esintisi, okuması, düşünmesi, eylemesi, yolculukların en keyiflisi…
Nereye gideceğini, kime anlatacağını, nasıl düşüneceğini çok da bilmeden özgürlüklerin derinliklerinde kendini yitirme pahasına sevdiğin, içine aldığın, sıkıca sardığın, bir sevinç, adıyla sanıyla yaşama sevinci; felsefe.
İnsanın insan olma serüvenin başlangıçlarında anlatılar birden Thales’in meşhur sorusu ; ‘Evrenin arkesi nedir?’ le başka bir sürece evrilir. Anlatılar, üstün güçler yavaş yavaş yerini insanın sistemli bir akıl yürütmesine bırakır. İnsan kendine yaslanmak ister, aklına güvenmek ve oradan evrene , kosmosa sıçramak ister …Yol uzun, kapılar neredeyse sonsuzdur bu macerada…Her an düşebilir, her an kalkabilir üstünü başını şöyle bir silkeleyip kendine gelebilirsin! En zorudur kendine gelmek. Kaç kişi ulaşabilmiş bilinmez ama hep bir mücadele varolmuştur insanın kendiliğinde..
Sokrates Atina’da yalınayak, üstü başı sıradan ama aklı kocaman, yüreği kocaman… Neler yapmamış ki bu adam…Bir zamanlar diye başlayan bir masal kahramanı, mitolojik bir efsane de değil üstelik. İnsan bildiğin…Etten kemikten senin gibi, benim gibi; milattan önce 5. Yüzyılda Atina’da yaşamış sıradan bir insan….
Kendini tanı demiş, bıkmadan usanmadan herkesin kendisinin peşinden gitmesini söylemiş, nerede ve nasıl söylemişe gelirsek; Platon’un Alkibiades diyaloğuna bakmak gerekir ‘Kendimizle ilgilenmek ne demektir, söyle bana. Çünkü genellikle kendimizle ilgileniyoruz sanıyoruz, ama aslında ilgilenmediğimizi fark edemiyoruz. Bir insan kendisiyle ne zaman ilgilenmiş olur? Kendisine ait şeylerle ilgilenirse, kendisiyle ilgilenmiş olur mu?’ diyaloğun muhteşem sorusu bizi adeta derinden sarsar, kendimize doğru bir yolculuğa başlarız.
Ne zaman kendimizle ilgileniriz?
Nasıl ilgileniriz?
Neden ilgileniriz?
İnsan olmanın temel zorunlu olan koşullarından biridir şüphesiz varoluşumuza bir anlam bulma çabası içinde olmak. Bunun için de kapılardan geçeriz. Bazen sadece eşikte kalırız, bazen kapılar üzerimize kapanır, bazen zorlarız ama bir türlü açamayız, bazen sadece bir kapının önünde bekler dururuz… insanlığın bu halleri bizlerin her an bir arayışın içinde olduğumuzu bize anlatır, masallarla, öykülerle, şiirlerle,resimlerle,filmlerle…..ama hep bir öteki vardır yanımızda, ona doğru bir yönelim vardır, yalnızlığımızda bir öteki vardır. Birlikte yürüyebilmeyi başarabilirsek, hakikatin bize kendini açacağını umut ederiz. Felsefe aydınlık duruşuyla bize bu umudu gösterir. Yaşamı kocaman bir evetle kucaklayıp bazen kenarında, bazen tam içinde karşılarız. Karşılamalıyız da. İnsanın kendine verilmiş bir armağanıdır bu kocaman hayat, evren… Çözümlememize, anlamamıza, anlamlandırmamıza ise yardımcı olan en kuvvetli dosttur, felsefe. Bu dosta sıkıca sarılmalı, onunla birlikte adım adım ilerlemeliyiz. Yanımızda, yöremizde hep felsefeyi kendine dost tutmuş olanların gözbebeğine bakmalıyız; Sokratesin dediği gibi ‘Elbette farkına varmışsındır: Birinin gözüne bakan kimsenin yüzü, tam karşısındakinin gözünde aynada olduğu gibi gözükür. Bu parçaya gözbebeği diyoruz, çünkü onun içine bakanın imgesi orada gözükür. Demek bir göze bakan başka bir göz, o gözün en iyi parçasına, yani gören parçasına bakarsa kendini görebilir. O halde göz, kendini görmek isterse, bir göze, bu gözde de gözün erdemi, yani görme erdemi olan yere bakmalıdır.’Şu halde dostlar, kendini kendinde ararken, tanırken, bilmeye çalışırken kimin gözlerinin içine bakacağına dikkat etmelisin. Çünkü orası seni dipsiz bir kuyuya da götürebilir, mağarandan çıkarabilir de…..
Serap SUVAROĞLU / Felsefe Öğretmeni
Resim: Sokrat’ın ölümü, Jacques Louis David, Tarih: 1787, Orijinal Boyut: 130 x 197 cm, Yer: Metropolitan Museum of Art, New York.